artık hiçbir şarkıyı söylemesinler bana
yüreğim öyle bir dem ki
bu acıya yalnız sükûnet yaraşır.
ve sen şimdi yüksek bulutlar üstünden
bakıp gülümsüyorsan bana,
sen, yalnız sen
mırıldan içinden:
“ah…
geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece”
açılıyor kalbimin yedi kilitli odaları
ve gelip oturuyor hayalin yanı başıma işte
kara gülüm, bir kez sarılabilsem sana,
korkarım dikenlerin acıyacak.
nasıl anlatsam sensizliği,
bir kağıt yanarken nasıl içine kıvrılırsa
bak öyle kıvrılıyor yüreğim
insan her günün bittiği yerde yalnız kalbiyle kalıyor
zifiri karanlık içinde turuncu bir ateş şimdi gözlerin
öyle uzak
öyle uzak
yanıyor.
heyhat!
küçücük bir kibritle yanıyor bu koskocaman dağlar
ve bu yangın
ve bu yürek kadar uzak değildir zaman
güneşin battığı yerden doğuyor gözlerin
kalbim odaların perdelerini aralıyor
çocuk olup koşuyorum koridorlarda
kavuşmayı anlatıyorum dizlerime
neden tüm yolların sonunda
bir yaprak nasıl düşerse öyle düşüyor
her gece
ellerim yüreğimden yere
düşsün.
yaz vakti kendi gölgesine uzanamaz ağaç
eğilip dökülen yapraklarına sarılamaz güz
kalbime dökülüyor yapraklarım
ki kalbim
güneşi de tanımaz.
kafa tutar yağmura,
kafa tutar mevsime
kalbim seni unutmaz.
şimdi yapraklarımı iten bu hoyrat rüzgâr
ve inadına sarılarak hayata
sarılarak senin kollarınla
kendimi ayağa kaldırarak
söylüyorum şarkımı gözlerimi kapatıp
göğe, ta göğe ermeli şimdi mağrur başın
dudaklarındaki sese hüzünle dokunamayanlar
söylemesin bizim şarkımızı
duy beni içinden,
içinden söyle:
“guruba karşı bu son bahçelerde keyfince
ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde, yahud gül…”
artık hiçbir şarkıyı söylemesinler bana
yüreğim öyle bir dem ki
bu acıya yalnız sükûnet yaraşır.
ve sen şimdi yüksek bulutlar üstünden
bakıp gülümsüyorsan bana,
sen, yalnız sen
mırıldan bizi içinden…
Başak Akgün
26.11.2019, Ankara